TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI EROL BİLECİK - SÖZCÜ GAZETESİ SÖYLEŞİSİ

10 Ağu 2018
TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI EROL BİLECİK - SÖZCÜ GAZETESİ SÖYLEŞİSİ

Türkiye, seçimlerin hemen ardından başlayan zor bir ekonomik gündemin ortasında. Sadece işlerini kaybetme korkusu yaşayan emekçiler, çalışan kesim değil, iş dünyası ve sermayedarlar da endişeyle izliyor gelişmeleri… Tüm bu karmaşa içinde, son olarak ABD ile ilişkiler kriz noktasına geldi. Ekonomi gündeminin en sıcak başlıklarını konuşmak üzere, kendisi de teknoloji alanında bir girişimci iş insanı olan TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik'in kapısını çaldım. Türk heyetinin ABD başkentine doğru yola çıktığı saatlerde TÜSİAD'ın tarihi binasının terasında her sorumu yanıtladı.

– Seçimler bitti, kabine açıklandı. Önce yeni ekonomi yönetimine dair değerlendirmenizi rica etsem…

Seçimlerin ardından şimdi yeni bir sistem söz konusu. Genç, enerjik ve yeni bakış açılarına sahip bir kabinemiz var. Ben hep şuna inanırım, “İyi bir başlangıç, yarı yarıya başarı demektir.” Yeni ekonomi yönetiminin, yolun başında iş dünyasıyla bir araya gelmesi çok doğru bir iletişim oldu. Yeni kabinemizi son derece büyük bir enerji ve hızla çalışmaya hazır gördük. Bu motivasyonu değerli buluyoruz. İş dünyası temsilcileri olarak bizler de kendilerine yapısal reformlarla ilgili beklentilerimizden bahsettik. İyi bir ekonomik program ve kapsamlı bir reform ajandası ile mevcut sorunların üstesinden geleceğimize inandığımızı ifade ettik.

ÖNCELİK ENFLASYONLA MÜCADELE OLMALI

– Türkiye'nin ciddi bir faiz, döviz, enflasyon sıkıntısı var… Tespit ve beklentileriniz nedir?

Türkiye'nin en önemli sorunlarından birisi, hiç kuşkusuz enflasyondur. Diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla zaten daha yüksek bir enflasyona sahiptik ve bu, Türkiye'nin olumsuz ayrışmasına neden oluyordu. Şimdi ise tüm dünyada maalesef en yüksek orana sahip ülkelerden biriyiz. Ekonomide iyi ve kötü sonuçlar rastlantısal olamazlar. Enflasyonla kararlı bir şekilde mücadele edildiğinde kur ve faiz de normalleşecektir. Bu nedenle; yeni ekonomik programın önceliğinin enflasyonla mücadele ve dengeli, sürdürülebilir büyüme olacağını umuyoruz.

– Merkez Bankası'nın son kararlarını nasıl okudunuz? Yani özerk bir yaklaşım mı, yoksa siyasi kararlar mı?

Kararların siyasi olup olmadığını değil, enflasyon hedefi ile uyumlu olup olmadığını değerlendirebiliriz. Yakın zamana kadar tek haneli bir enflasyon hedefimiz varken bugün enflasyon neredeyse yüzde 16'ya ulaşmış durumda. Bu sonucun, tek bir ayın faiz kararıyla değil, daha uzun bir perspektiften bakılarak değerlendirilmesi gerekiyor.

EĞİTİMDEN ADALETE REFORM HIZLANMALI

– Sürekli olarak reform hatırlatması yapıyorsunuz… Öncelikli olarak neyi kastediyorsunuz?

Sürekli olarak yapısal reformları gündeme getiriyoruz çünkü Türkiye ekonomisi için ana reçete, reformlardır. Bu alanlarda geçici çözümler, sorunu ağırlaştırabilir. Siyasal, sosyal ve ekonomik reformlar, birbirinden ayrı düşünülemez. Bu 3 alan, iyi bir ekonomi yönetiminin güçlü 3 sacayağıdır. Özetle; yalnız ekonomi alanında değil; eğitimden adalete kadar birçok konuda yapısal reformlara ihtiyacımız var. Vergi, işgücü ve bütçe reformlarına hızla başlayabiliriz.

– Vergide ne bekliyorsunuz?

Düzenlemelerimiz son derece karmaşık, öngörülebilirliği az ve uygulamada kayıtdışılık nedeniyle belli alanlara hapsedilmiş. Burada kökten bir reform çabası gerekiyor. Gelir Vergisi ve Katma Değer Vergisi reformları, vergi denetiminde uygulamaların iyileştirilmesi gibi konuların öncelikli olarak gündeme gelmesini bekliyoruz.

SERMAYEDEN PAY ALMAK MİLLİ MENFAAT MESELESİDİR

– Önümüzdeki dönemde yeni bir IMF paketi bekliyor musunuz?

Zor dönemlerde cankurtaran gibi IMF'ye sarılmak, çözüm değildir. Dalgalarla mücadele etmeyi, yüzmeyi öğrenmek zorundayız. O noktaya gelmemek için çok çaba sarf etmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Önce enflasyonu azalan bir eğilime sokmalıyız. Yatırımcı güveninin devamını sağlamak çok önemli. Biliyorsunuz, son dönemde ABD'den kaynaklanan gerginlikler piyasaları etkiliyor. Eğer temellerimiz sağlam olursa, bu tür anlaşmazlıklar, kısa sürmek kaydıyla, ekonomide büyük bir etki yaratmaz. Dış borcumuz ve cari açığımız yüksek. Dışarıdan kaynak akışının, sermaye girişlerinin devam etmesine ihtiyacımız var. Türkiye, dünyada oluşan ve dolaşan ve buna kendisinin de katkıda bulunduğu uluslararası sermayeden kendi payına düşeni almalı. Bu, bir milli menfaat meselesidir. Bunun için de, hem AB ile entegrasyon sürmeli, hem de dünyanın diğer bölgelerine daha çok açılmalıyız. Bunlar birbirini tamamlayan süreçlerdir ve TÜSİAD'ın çalışmalarının ana eksenidir.

AZ MALİYETLİ FATURA ÖDENMELİ

– Türkiye bir yandan büyüyor, bir yandan da yoksulluk ve işsizlikle mücadele ediyor. Aynı anda hem iş dünyasını, hem çalışan kesimi ve emekçileri mutlu edecek bir ekonomi yönetimi mümkün mü?

Kısa vadede bazı tedbirler, her kesimi bir miktar üzecektir. Ama bu tedbirler alınmazsa oluşabilecek negatif ortamın maliyeti ve vereceği üzüntü daha fazla olur. Artık hiç maliyet ödemeden devam etme gibi bir lüksümüz yok. O yüzden; çok daha maliyetli bir faturayı yarın ödemek zorunda kalmak yerine; az maliyetli faturayı bugün ödemek daha iyidir.

BİÇTİĞİNİ BEĞENMEYEN EKTİĞİNİ GÖZDEN GEÇİRSİN

– Amerika ile olan gerginlik tırmanırsa ekonomik krize neden olabilir mi?

Ekonomik yaptırımların o boyuta ulaşmasına izin verilmemeli. Amerika sonuçta finansal dünyanın merkezi ve Amerikan yaptırımları diğer ülkeler tarafından benimsenmese bile Türkiye ile iş yapan her bölgeden finansal kurumu ve uluslararası kurumları etkileyebilir. Biz bu kadar uzun süredir müttefik ilişkimiz olan bir ülkeyle ilişkilerin bu seviyeye gelmeyeceğine, mutlaka bir çözüm bulunacağına inanıyoruz. Uluslararası ilişkilerde, biçtiğini beğenmeyen, ektiğini gözden geçirmelidir.

BATI, SORUNLARI AŞACAK GÜÇTE

– ABD ile ilişkiler her geçen gün biraz daha geriliyor. Aynı anda Rusya ve Çin ile de daha yakınlaşıyoruz. Bu yeni dış politika eksenini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğrusu; böyle bir dış politika ekseninin oluşmamış olmasını temenni ediyoruz. Geçmiş yıllarda yaşadığımız eksen kayması tartışmalarının, ülkemizi ne kadar zorda bıraktığı ortadadır. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu geçmişinden bu yana tercihini Batı'nın simgelediği siyasal değerler üzerinden yapmış ve Batı aleminin eşit bir üyesi olmak için yoğun çaba göstermiştir. Aynı çabayı cumhuriyetin kuruluşunda ve çok partili rejime geçiş aşamalarında gördük. Batı ittifakını sadece bir stratejik güvenlik sorunu olarak değil, değerlerde ortaklaşma konusu olarak gördüğümüzü başta Avrupa Konseyi üyeliğimiz olmak üzere gösterdik. Bu tarihsel yönelimin bugünkü adresi de AB üyelik süreci de dahil olmak üzere transatlantik dünyadır. Ancak iktidar ekonomide de dış politikada da Batı dünyasının kan kaybetmekte olduğunu düşünüyor… Öyle anlaşılıyor. Batı dünyası bugün küresel ekonomik kriz sonrasında ekonomik ve siyasal sorunlar yaşasa da, bu sorunları demokratik yöntemlerle, sosyal refah ve ekonomik dinamizm gibi olguların hiçbirini diğerine feda etmeyen bir birikimle aşma potansiyeline ve iradesine sahiptir. Rusya'da ve Çin'de böyle bir siyasal çıpayı henüz göremiyoruz. Türkiye'nin başta komşu ve bölge ülkeleriyle ilişkilerinin gelişmesi son derece doğaldır ancak; bunun ait olduğumuz dünyaya bir alternatif olduğunu değil, bunun bir tamamlayıcısı olduğunu düşünmek istiyoruz.

YAPTIRIM KARARLARI KABUL EDİLEMEZ

– ABD'nin aldığı son yaptırım kararları müttefikliğe aykırı değil mi?

Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin, iki ülke arasında yaşanan son diplomatik sorun karşısında almış olduğu yaptırım kararı, söz konusu stratejik müttefikliğin doğasına aykırıdır ve iki ülke arasındaki ilişkilerin onarılamaz seviyede bozulması tehlikesini doğurmuştur. Elbette alınan bu yaptırım kararının kabul edilemez nitelikte olduğunun bilinmesini isteriz. TÜSİAD olarak Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ikili ilişkilerin, diyaloğu ve diplomatik teamülleri temel alan yapıcı bir yaklaşım çerçevesinde onarılmasını temenni ediyoruz.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ

– OHAL kalktı. İş ve yatırım ekosistemi açısından ne değişti?

Yeni yönetim sisteminin uygulaması çok önemli. Dünyada demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları alanlarında ilerleyen bir ülke olarak mı, yoksa gerileyen bir ülke olarak mı algılanıyoruz? Biz OHAL'in kalkmasını bu alanlarda ilerleme kaydedebilmek ve Türkiye'nin imajının da bu yönde iyileşmesi için istiyorduk. Şimdi yeni sistemin işleyişi bu gidişatı belirleyecek. Neticede, tarih ispat ediyor ki; hukuk devleti ve insan hakları sorunları her zaman Türkiye'nin karşıtlarını güçlendirir; tam tersine demokratik saygınlığı yükselen bir Türkiye ise dünyada dış politikadan ekonomiye, her alanda güçlenir.

– AB hedeflerine, laik eğitime ve hukuk devletine de sürekli yer veriyorsunuz… Bu üçü için umutlu musunuz?

Elbette. İnsanın ve toplumların, doğruya ve iyiye olan ihtiyaç ve eğilimi asla sonlanmayacağı için umutluyum. “İnsanlığa karşı umudunuzu kaybetmemelisiniz. İnsanlık bir okyanustur, içindeki birkaç kirli damla, okyanusu da kirli yapmaz.” Bu kavramlar birer lüks veya kişisel tercih konusu değil. 21. Yüzyıl'ın gelişmiş, mutlu, sağlıklı toplumları arasında yer edinmenin koşulları. Yani, çağımızın iyi ve doğru yönünü ifade ediyorlar.

DEĞİŞİME HAZIR OLUNMALI

– Sadece ekonomiyi, hukuku değil, eğitim reformunu da vurguluyorsunuz açıklamalarınızda…

Çünkü bilgi toplumuna dönüşümde, dijital çağın eşiğinde bilimsel düşünen, sorgulayan, araştıran ve yorumlama becerisi olan gençlere ihtiyacımız var. Bilimin temel alındığı bir eğitim anlayışı kapsamında, çocuklarımıza analitik ve eleştirel düşünme, problem çözme, yenilikçilik, işbirliği, iletişim ve yabancı dil gibi, olmazsa olmaz becerilerin kazandırılması, onların potansiyelini açığa çıkaracaktır. Dünyadaki yaşıtlarına kıyasla onları ileri taşımak için bu beceriler elzemdir. Bugün, eğitim sistemlerinin yeni nesilleri “değişime” hazırlaması, geçmişte olduğundan çok daha büyük önem kazanmış durumda. Yeni nesilleri gelecek için, bugünden öngöremediğimiz problemleri çözmek için, hatta henüz adını bilmediğimiz meslekler için hazırlamak durumundayız. Bu oldukça zorlu bir görev. Tüm dünya ülkeleri de eğitim sistemleriyle ilgili olarak bu konuları tartışıyor.

– Peki, Türkiye ne yapmalı?

Bu zorlukların aşılmasında, eğitim politikalarının veriye dayalı olarak ve katılımcı bir yöntemle oluşturulup yine veriye dayalı olarak yenilenmesi önemli katkı sağlayacaktır. Çünkü ekonomi politikalarında öngörülebilirlik ne kadar önemliyse, eğitim politikalarında da o kadar önemlidir. 21. Yüzyıl becerilerine sahip nesiller, ancak nitelikli öğretmenler sayesinde yetiştirilebilir. Öğretmenlerin hem nitelik, hem de olanaklar bakımından güçlendirilmesi, eğitimin başarısını doğrudan etkileyecektir.

KADINLAR HEPİMİZİN ÖNCELİKLİ SORUMLULUĞU

– Şu anda var olan olumsuz tablo nasıl değişecek peki?

Bu konu, bütünsel bir yaklaşımla geniş kapsamlı ve etkili kamu politikaları başta olmak üzere, kamu-özel-sivil toplumun sürekli işbirliğini gerektiriyor. Bu kapsamda öncelikle kız çocuklarının eğitimine sonuna kadar devam etmesini sağlamak zorundayız. Bu da yetmez, onları geleceğin meslekleri dediğimiz STEM (Yani pozitif bilimler ve mühendislik) alanlarında eğitim almaya ve çalışmaya yönlendirmeliyiz. Daha çok kadını iş yaşamına kazandırmak, kreşler başta olmak üzere kadınların aile ve çocuk sorumlulukları nedeniyle iş yaşamından kopmalarını önleyecek politikaları yaygınlaştırmak, kadınların tüm karar alma noktalarında yer almasını sağlamak, şiddet başta olmak üzere kadınların hayatını tehdit eden unsurları ortadan kaldırmak… Bunlar hepimizin öncelikli olarak sorumluğu.

GENÇ İŞSİZLİĞİ ÖNEMLİ BİR SOSYAL YARA HALİNE GELDİ

– Kadın istihdamı ve genç işsizliğinde de halimiz pek iç açıcı değil…

Büyüme ve kalkınma hedeflerimize ulaşmak bakımından, kadınların işgücüne katılımı ve istihdam oranlarının yükseltilmesi çok önemli bir konu. Konuya sadece kadın istihdamı olarak da bakmamak gerekiyor; kadınların başta eğitime, ekonomik hayata ve yönetim kademelerine katılım olmak üzere, toplumsal yaşamın her alanında eşit fırsatlara ve katılım düzeyine sahip olması, ülkemizin önceliklerinden biri olmalı. Biz “Tek kanatla geleceğe uçamayız” derken buna işaret ediyoruz. Hem kamuda ve siyasette, hem de özel sektörde daha fazla sayıda kadını yönetim kademelerinde görmemiz, çağdaş Türkiye'ye yakışan bir tablo olacaktır. Kadınların eğitime, işgücüne, ekonomiye eşit katılımı, milli gelir artışına ve büyümeye, yoksulluğun azalmasına ve kurumsal yönetimin güçlenmesine büyük katkı sağlayacak.

– Kadınlarla birlikte, nitelikli eğitim almış gençler de evde oturuyor…

Doğru, maalesef. Genç işsizliği önemli bir sosyal yara. Ne işte, ne eğitimde olan genç oranımız, özellikle genç kadın oranımız da oldukça yüksek. Dünya Ekonomik Forumu'nun “Orta Doğu ve Afrika'da İşlerin ve Becerilerin Geleceği” adlı çalışmasına göre, 2015 ile karşılaştırıldığında, Türkiye'de iş hayatı için gerekli görülen temel becerilerin yüzde 41'inin 2020 itibarıyla değişmiş olması bekleniyor.

GENÇLERE YATIRIM YAPMAK ŞART

– Yani bu, şu mu demek, bugünkü becerilerimizle 5 yıl sonra iş bulmamız imkansız?

Aynen öyle! İşgücünün artık neredeyse 6 ayda bir yeniden eğitim yoluyla yeni bir beceri edinmesi gerekiyor. Bu çağın sinerjisinden faydalanmak ve rekabet ortamında iyi bir yere gelebilmek için gençlerimize yatırım yapmak şart. Nitelikli bir eğitim, gençlerimize yapılacak en iyi yatırımdır. Eğitim sistemlerinin yeni nesilleri ‘değişime' hazırlaması, geçmişte olduğundan çok daha büyük önem kazandı.

GELİŞMİŞ ÜLKELER ÇAĞDAŞLIĞA ULAŞIYOR

– TÜSİAD Başkanı olarak bütün açıklamalarınızda “Çağdaş Türkiye'ye” vurgu yapıyorsunuz.. Kastınız nedir bununla?

Bireylerin sağlıklı, daha uzun ömürlü, daha huzurlu; toplumların da refah seviyesi yüksek ve özgür olduğu ülkeler, bölgeler belli. Sisteminin işleyişinde kusurlar bulsak da Batı dünyası, dünyanın geri kalanı için sadece geçinmek için değil; daha iyi yaşamak için tercih edilen dünya kesimidir. Çağdaşlıktan anladığım; işte bu gelişmiş ülkelerdeki yaşam düzeyini sağlayan ekonomik, siyasi ve toplumsal altyapı kurumlarıdır.