Anayasa'nın Üstünlüğü ilkesinden taviz vermeyelim

17 Eki 2020
Anayasa'nın Üstünlüğü ilkesinden taviz vermeyelim

DÜNYA +'da "Gündem Özel"in konuğu olan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, Türkiye'nin "risk algısı"nın düzelmesi konusunda şu mesajı verdi: "Önce politikaların öngörülebilir ve güven veren bir çerçeveye oturması gerekiyor. Bunların başında da güvenilir bir hukuk devleti olmak geliyor. Son zamanlarda Anayasa Mahkemesi ile ilgili tartışmaların gündeme geldiğini üzülerek görüyoruz. Bütün kanunların üzerinde olan Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinden asla taviz verilmemeli."

Türkiye'nin risk algısı iyi değil. Bu algıyı iyileştirmede iş dünyasının, sivil toplum örgütlerinin rolü, katkısı olabilir mi?

Son dönemde ekonomide algıyı çok konuştuk ama ne yaptık da Türkiye'nin risk algısı bozuldu? Biraz da buraya odaklanmalı ve artık sadece söylemlerle değil gerçekten yaptığımız işlerle o algıyı düzeltmemiz lazım. Moody's not indirimine gitti örneğin, biliyorsunuz. Çok detaylı verilere dayalı bir rapor yayımladılar. Artık daha somut adımlar atma zamanı. Ekonomide başarı her zaman büyüme üzerinden konuşulmaya çalışılıyor ama asıl başarı riskleri artırmadan büyüyebilmektir. Bir şirketi de hızla büyütebilirsiniz ama aşırı borçlandıysanız, yüksek kaldıraç kullandıysanız risk algısı bozulur. Sivil toplum kuruluşları bu sürece en iyi katkıyı gerçekçi ve analitik bir yaklaşımla politika yapıcılara geri bildirim vererek yapabilirler. Bu algıyı düzelteceksek önce politikaların öngörülebilir ve güven veren bir çerçeveye oturması gerekiyor. Bunların başında da güvenilir bir hukuk devleti olmak geliyor. Son zamanlarda Anayasa Mahkemesi ile ilgili tartışmaların gündeme geldiğini üzülerek görüyoruz. Bütün kanunların üzerinde olan Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinden asla taviz verilmemeli.

Harita ve rota belli

Türkiye'nin sağlam bir yol haritası var mı? Yeni bir rotaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyor musunuz?

Türkiye'nin yol haritası tarihsel bağlamı içerisinde zaten bellidir. Asya'dan Anadolu, Balkanlar ve Avrupa'ya uzanan tarihsel arka plan bir tesadüf değil. Türkiye'nin OECD ve Avrupa Konseyi'nin kurucu üyesi, NATO'nun da ilk üyelerinden olması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalayarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargı yetkisini kabul etmiş olması uluslararası arenada nerede konumlandırıldığı açısından belirleyicidir. Türkiye ekonomide de serbest piyasa ilkelerini benimsemiş, bu yönde yapılan reformlarla son 40 yılda ekonomimiz önemli bir gelişme göstermiştir. Bu bağlamda Türkiye'nin geçmişinden gelen çok sağlam bir yol haritası var. Bizim rotamız bu yoldan ne zaman şaştıysa o zaman çıkmazlar yaşadık ve ekonomimiz de nispeten düşük performans gösterdi. O yüzden yol haritası da rota da bizce belli.

Bilim kılavuz olmalı

Türkiye sizce yeni bir gelişme heyecanı yaratacak bir strateji, bir başarı öyküsü yazmak için ne yapılmalı?

En başta bir araya gelebilmeliyiz. Bu ülkede yaşayan herkesin, her kesimin ortak paydasını yeniden tanımlamalıyız. Bizce bu temel hak ve özgürlüklerin garanti altında olduğu, ayrımcılığa maruz kalmadan, gelecek kaygısı duymadan, adil, sağlıklı, mutlu bir yaşamın mümkün olduğu müreffeh bir Türkiye'dir. Ortak hedeflerden yola çıktığımızda bu hedeflere varmak için ne yapılması gerektiği konusunda da hemfikir kalmak mümkün olacaktır. Burada önemli olan benimsenecek yaklaşımda bilimin ve akılcılığın ön planda olmasıdır. Bilimin kılavuz olduğu bir ortamda tüm farklılıklarımıza rağmen pek çok konuda mutabakatın sağlanabileceğine inanıyoruz. Böyle bir hikayeyi hep beraber yazabiliriz.

Belirsizlik çağındayız

Başta ABD olmak üzere dünya nereye gidiyor? Dünyanın girdiği yönelimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Küreselleşen ekonominin yönetişiminin yeterince kapsayıcı olmaması ve kurallara dayalı liberal düzenin jeopolitik gerilimlere yeterince güçlü yanıt verememesi sistemin hem içinden hem dışından sorgulanmasına yol açtı. Siyasetin ve ekonominin rasyonaliteleri birbirinden koptu. Çin'in yükselişi, yapay zeka gibi 90'larda tam öngörülmemiş birçok dinamik mevcut denklemi sarstı. 20. yüzyıla göre oluşturulmuş kurumlar soğuk savaş sonrası küreselleşmeye tam uyum sağlayamadan bir sonraki aşamada küreselleşmenin krizine yanıt vermeye çalıştılar ve bunda başan sınırlı kaldı. Bu ortamda popülizm, korumacılık gibi akımlar sistemin gidişatından memnun olmayanların önüne çare olarak kondu. Ama onların da sorunları çözmek yerine daha da ağırlaştırdıkları görüldü. Üstelik bu sorunlar üzerinde uzlaşmanın daha zor olduğu kültürel fay hatları .üzerinden dile getirildi ve mülteci krizi ortamında aşırı sağa alan açtı. Farklı ülkelerde görülen tüm bu popülist dinamikler sistemdeki eksikliklerin sonucu. Gidişatı endişe ya da belirsizlik çağı olarak adlandırmak mümkün.

Liberal demokratik düzene kapsayıcı reform gerekiyor

Önümüzdeki dönemi şekillendirecek hangi eğilimleri tespit ediyorsunuz?

Kurallara ve demokratik değerlere dayalı liberal düzenin karşısında bir yandan Çin'in temsil ettiği devlet kapitalizmi var, diğer yandan da sistemin kendi içinde popülizm, korumacılık ve herkesin kendi başının çaresine bakmasını savunan tek taraflılık dinamikleri var. Her ikisi de sistemin karmaşık sorunlarına çözüm üretmekten uzak alternatifler. Daha gerçekçi bir alternatif, liberal demokratik düzenin kendi içinden daha kapsayıcı şekilde reforme edilmesi eğiliminin ağırlık kazanmasıdır. ABD başkanlık seçimlerinin nasıl sonuçlanacağı hangi eğilimin ağırlık kazanacağı konusunda belirleyici olacak. Liberal düzenin diğer ayağını oluşturan AB'nin de çoklu krizlerini aşma yolunda bu yılın içinde attığı adımlar özellikle salgının ilk döneminde ortaya çıkan dağılma riskini bertaraf etti. AB'nin başta parasal birliğin mali birlikle tamamlanması yönünde umut verici ama yeterli olmayan bir aşama sağladığını söyleyebiliriz. Bazı üye ülkelerde hukuk devleti alanında yaşanan sorunların da daha yakın bir gözetime tabi olacağını görüyoruz. Aynı şekilde iklim krizini, salgınla mücadeleyi ve dijital gündemi de bu küresel yönelime dahil etmek ve ortak sorunlara ortak çözüm aramak zorundayız.

Yapısal temeli sağlayalım, cazibe merkezi olalım

Türkiye'nin rekabetçiliğini artırmak için neler yapmak gerekir?

Küresel düzeyde rekabetçiliğin dinamikleri çokça değişti. İçinde bulunduğumuz pandemi süreci de bu unsurların özellikle bazılarının ne kadar kritik olduğunu maalesef acı bir şekilde tecrübe ettirdi.

Yüksek katma değerli ürün ve üretimi sağlamanın; hızla değişen tüketici tercihlerine cevap verebilmenin; yenilikçilik kasını güçlendirmenin; insan yetkinliğinin ve dijital teknolojileri iş yapma modellerine hızla ve doğru şekilde entegre etmenin küresel rekabetçilik için önemini görüyoruz.

Bununla birlikte tedarik zincirinin yapısı; hammadde temininden lojistiğe süreci ne kadar iyi yönetebildiğiniz; üretimin farklı aşamalarında tedarik kanallarınızın ne kadar esnek ve güçlü olduğu rekabetçiliğinizle doğrudan ilintili.

Pandemi süreci bu tedarik zincirinde nasıl konumlandığınızın kritik önemde olduğunu gösterdi.

Yeniden yapılanmakta olan küresel tedarik ağının bir diğer önemli unsuru ise çevresel değerler ve iklim değişikliği ile mücadele.

Özellikle küresel ticaretin önemli bir aktörü olan AB'nin Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde gözden geçirmekte olduğu müktesebat tüm ticaret partnerlerini etkileyecek. İçinde bulunduğumuz zorlu dönemde hem en az hasarı almaya çalışmalı hem de hızla toparlanmak için sağlam bir yatırım ortamım eşzamanlı yaratmalı; cazibe merkezi olmak için gerekli ekonomik ve yapısal temelleri de sağlamalıyız. Tüm bu yapısal unsurları içeren tutarlı, bütüncül ve kararlı bir yol haritasına ihtiyaç duyuyoruz.

Avrupa Birliği ile 'pozitif gündem' fırsatını değerlendirelim

Son dönemde Türkiye-AB ilişkileri kapsamında olumlu nitelendirilebilecek gelişme var mı?

AB Konseyi 1 Ekim'de Gümrük Birliği'nin modernizasyonu, ticaretin kolaylaştırılması, kişiler arası temas, üst düzey diyalog ve 2016 AB-Türkiye Bildirisi ile uyumlu şekilde göç alanında işbirliğinin sürdürülmesi konularına özel vurgu yapan bir AB-Türkiye pozitif gündemi başlatma kararı aldı. Doğu Akdeniz'de diplomatik çözüm doğrultusunda atılacak adımlar bu pozitif gündemin hayata geçmesi için elzem. Bu kararı uzun zamandır oldukça düşük seviyelerde seyreden ilişkilerin yeniden canlanması için çok önemli bir fırsat olarak görüyoruz.

Yine kararda yer aldığı üzere AB Konseyi Başkanı ve AB Komisyonu "pozitif siyasi gündem" paketinin içereceği unsurlara ilişkin öneri hazırlayacak. Türkiye'nin bu açılım fırsatını karşılıklı diyalog ve işbirliği adımları ile değerlendirmesinin, Almanya Dönem Başkanlığında AB-Türkiye ilişkilerinde kritik bir açılım gerçekleştirilmesi için çok kıymetli görüyoruz.

Rekabetçilik konusuna döviz kurundan bakmaktan vazgeçelim

TL'nin değeri ihracatçılar tarafından bile "aşırı rekabetçi" olarak nitelendiriliyor. Kurların etkisiyle Türkiye, birçok sektör ve üründe dünyanın en ucuz ülkesi konumuna geldi. İşçiliğin Çin'den bile ucuz olduğu yolunda saptamalar var. Rekabetçi kur konusunda doğru adımlar neler olabilir?

Reel kurdaki rekor düşüş bu dönemde önemli bir deney oldu. Türkiye'nin reel kur endeksi son 7 yıldır düşüyor ama aynı dönemde Türkiye'nin dünya ihracatından aldığı pay sabit kaldı. Demek ki yüksek kur rekabet gücümüzü artırmaya yetmiyor.

Yıllarca TL aşırı değerli denilen 2003-2010 dönemine bakarsanız ihracat payımızda müthiş bir artış var. Ne farkı var bu iki dönemin? En büyük fark kurumlarda.

Bu dönemde Türkiye bağımsız kurumlar ve güçlü bir bankacılık sektörüyle makroekonomik dengelerini başarılı bir şekilde yürüttü. Pek çok alanda AB müzakere süreciyle beraber reformlar yapıldı.

Dünya ile barışık olmak, müttefiklerle kurduğumuz güçlü stratejik ilişkilerle çıkarları korumak ön plandaydı. Artık rekabetçilik konusuna döviz kuru üzerinden bakmaktan vazgeçelim. İhracatı artırmak en başta stratejik politikalar ile mümkün.

Ekonomik istikrar da rekabetçilikle yakından ilişkili. Kurun seviyesi değil ama istikrarı ihracat üzerinde çok daha olumlu etki yapıyor. Hem piyasa ile hem de ürünlerimizi sattığımız pazarlarla barışık olmak rekabet gücümüzü doğrudan artıracaktır.

'O patika'ya dönmeliyiz

Jeopolitik tehditlerin Türkiye'nin ekonomisini nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Bu sarmaldan çıkmak için hangi gelişmelere ve adımlara ihtiyacımız var?

Jeopolitik unsurlar güvenlik konularında ülkeleri bazı dış koşullara bağlı hale getirir. Ekonomik istikrar da buna bağlı olarak etkilenir. Bunun sadece ekonomik gelişmeye değil demokrasi ve hukuk gibi alanlara da etkisi olur. Türkiye jeopolitik tehditler kaynaklı bir dünya algısı ile hareket ettiğinde bahsi geçen tüm alanlarda sorunlar yaşıyor. Oysa ne özgürlük ve güvenlik ne de demokrasi ve refah arasında çelişki vardır. Birisinin olmadığı yerde diğerinin de elden gittiği yaşadığımız tecrübelerle görülmüştür. Türkiye açısından bu pusulayı takip etmek gereklidir. Aynı şekilde jeopolitik konularda da sorunların değil çözümlerin tarafında bulunmak her zaman avantajımıza olacaktır.

Bugün dünyanın bulunduğu temel dinamikler içinde Türkiye'yi nasıl bir yere konumlandırıyorsunuz? Avantajlarımız ve dezavantajlarımız neler?

Yukarıda sıraladığım dinamiklerde Türkiye son yirmi yılda önceleri kurallara dayalı liberal demokratik ilkelere daha yakın bir konumdaydı. AB üyelik sürecinde demokrasi, hukuk devleti ve kurumların güçlendirilmesi yolunda önemli adımlar atıldı. Tüm bunların da avantajlarını iç ve dış politika ile birlikte istikrarlı bir ekonomik gelişme ile yakalamıştık. Reform sürecinin bir ülkeye küresel ve bölgesel dış politikada sağladığı avantajlar bakımından örnek bir ülke olarak gösteriliyorduk. Bu patikaya geri dönmeliyiz.

Her gün yüksek adrenalin var

Türk iş dünyasında bir coşku eksikliği var mı?

Bilakis, her gün yüksek adrenalin var, çünkü ciddi belirsizliklerin olduğu bir dönemde her zamankinden daha fazla dikkat ve ihtiyatla işlerimizi yönetmeye çalışıyoruz. Salgın iş yapış biçimlerimizi temelden değiştirdi. Değişen talebe cevap verebilmek için daha çeşitli yelpazede ürün ve hizmet sunabilmek gerekiyor. Esneklik ve hız çok daha fazla önem kazandı. Artık daha yenilikçi olmak, daha nitelikli işgücü ile çalışmak zorundasınız. İş dünyası değişen koşullara adapte olmak, istihdamı koruyabilmek, yenilikçi olmak için tüm gücüyle çalışıyor. Bu ortamda iş dünyası için en büyük destek daha istikrarlı ve öngörülebilir bir yatırım ortamı olur. Çünkü biz tüm bu zorlukların yanında işimiz gereği her gün kura, faize, enflasyona, yurt dışından gelebilecek yaptırım tehditlerine, ticari boykotlara, aniden değişebilen mevzuata da yetişmeye çalışıyoruz.